49) MARŞ MİRA ve SREBRENİTSA SOYKIRIMI [11TEMMUZ1995]

Sözümüzün başında belirtmek isterim ki, okuyacağınız bu yazı bir haber kaynağından alınan bilgilerden daha çok, insanlığımıza gölge düşüren Srebrenitsa soykırımının yapıldığı bölgeye bizzat şahit olmuş birinin tecrübelerini içermektedir.

Yukarıdaki videoyu, soykırımla ilgili bilgi sahibi olmanız için paylaştım. Dileyen izleyebilir.

SOYKIRIM İÇİN YAZILAN AĞIT

Size anlatacaklarım, yukarıda soykırımla ilgili videoda bahsi geçen “Çaresizlerin tek yurdu sığınabilecekleri ormanlar olmuştu. (Video, 05.18)” cümlesindeki orman yürüyüşü hakkında olacak. Zira bu yürüyüşü bilmeden, soykırımın şiddetini tam manasıyla tahayyül edebileceğimizi sanmıyorum.

MARŞ MİRA YÜRÜYÜŞÜ HAKKINDA KISA BİLGİ…

Sırp kuvvetlerinden kaçmak isteyen 15 bin civarında Boşnaklı Müslüman kardeşimizin hayatları pahasına kilometrelerce yaptıkları yürüyüşün ilk adı ‘Marš (Marş) Smirti’ yani “Ölüm Yürüyüşü” dür.

Potaçari köyünden başlayıp, Sırp bombardımanı altında orman içinde gece gündüz yürüyerek, kurtarılmış bölge olan Tuzla kentine ulaşmaya çalışan gruptan ancak 5 bini bunu başarabilmiştir.

Uzun yıllar “Ölüm Yürüyüşü” olarak adlandırılan bu yolculuğun asla unutulmaması ve katledilen binlerce Müslümanın her zaman hatırlanması için Bosna Hersek hükümeti, yürüyüş güzergahını tersine çevirerek Tuzla, Nezuk kasabasından, Potaçari Anıt Mezarlığına yürüyüş yapılması kararını almış ve bu yolculuk günümüzdeki adıyla Marş Mira’ya yani Barış Yürüyüşü’ne çevrilmiştir.

Bu anlamlı yolculuk, her yıl uluslararası katılım ile Srebrenitsa’ da tekrarlanmaktadır. 3 gün süren yaklaşık 100 km’ lik bu yürüyüşe isteyen herkes katılabilmektedir. 

NASIL KATILDIM?

Marş Mira programına yıllardır gönüllü olarak görev aldığım Türk Kızılay derneğinin Genç Kızılay teşkilatında gösterdiğimiz gayret ve başarılardan ötürü çağrıldım. Türkiye’nin dört bir yanından başarılı topluluk başkanları davet edilerek, program dahilinde bir hafta boyunca hem Balkan ülkeleri gezdirildi hem de Marş Mira yürüyüşüne katılım sağlandı. Yürüyüşün oldukça uzun ve zorlu geçeceği bizlere daha önce söylenmişti. Elbette bu yürüyüş yalnızca parkur uzunluğuyla zor değildi.

Yürüyüşün yapılacağı orman oldukça engebeli, yer yer uçurumları olan ve sık ağaçlarla çevrili bir ormandı. Hava bulutsuz ve güneşliyse nefes almakta zorlanıyor, hava yağışlı ise her yer çamur olacağından ayağınız kayıp düşebiliyordunuz. Bu yüzden her iki durumda da sık sık dinlenmeniz gerekiyordu.

Eğer yaralanmış ya da programı tamamlayamayacak olursanız, belli kilometrelerde konumlanmış kızılhaç araçları size ilk yardım uyguluyor ve bu araçlarla sizi kamp alanınıza götürüyorlardı. Lakin ormanın derinliklerine indikçe ulaşım zorluğu nedeniyle yardım ekiplerinin sayısı azalıyordu.

IMG-20190714-WA0017
Arkadaşımız Tedavi Edilirken

Yine belli kilometrelerde konumlanmış yetkililer, yürüyüşün tıkandığı yerlerde halatlarla kurulmuş düzeneklere tutunup çıkmanızı sağlıyor, direncinizi korumanız için size yiyecek olarak elma, portakal ve muz gibi meyveler; içecek olarak da su, limonlu içecek ve sıcak meyve suları ikram ediyorlardı.

IMG-20190713-WA0042
Yürüyüş Sırasında Mola Verirken

Katılmak isteyenlere şunu belirtmeliyim ki, yoruculuğuna aldanmadan katılabileceğiniz eşsiz bir tecrübe sizi bekliyor. Yürüyüş programıyla ilgili detaylar için: https://marsmiraturkiye.org adresini inceleyebilirsiniz.

NASIL BAŞLADI?

Yürüyüş sabah saat 07.00’da başladı. Çok şükür ki hava yağışlıydı. Şükrediyorum. Çünkü havanın yağışlı olması, güneşin orman üzerindeki boğucu etkisinden bizi kurtaracaktı. Her dilden, dinden ve milletten müteşekkil insanlar akın etmişti bu anlamlı yolculuğa. 

IMG-20190712-WA0076
Yürüyüşün İlk Saatleri

Kimisi botla, kimisi spor ayakkabısıyla, kimisi çıplak ayaklarıyla yürüyordu. 

Kimisi tek başına, kimisi arkadaşlarıyla, kimisi ailesiyle, kimisi de birlikte geldiği teşkilatıyla yürüyordu.

İnsanlar, tüm farklılıklarını bir kenara bırakmış, aynı amaç için, insanlık için, barış için yürüyorlardı.

Yolculuğun başlarındaki yürüyüş, düzenli ve rahatken ormanın derinliklerine doğru indikçe tek sıra halinde zorlu bir yürüyüşe dönecekti. Bunun iki sebebi vardı:

Birincisi orman yolu iki kola ayrılıyordu. Bu yollardan biri diğerine göre daha zordu. Çünkü bu yol gittiğimiz yıl açılmıştı ve ilk kez ayak basılacaktı. Bu yol hala Sırpların toprağa sinsice gizledikleri mayınlarla doluydu. Bu yüzden biz ancak temizlenebilmiş daracık ve çamurlu bir patikadan yürüyebilecektik. Neden kolay yolu tercih etmediniz? diye sormazsınız umarım.

İkincisi ise aralıksız devam eden yağmurun azametiydi. Zaten dar olan yol binlerce insanın ayak izi ve yağmur sularıyla tamamen bataklığa dönüşecekti. Bu durumda insanlar sık sık durup dinlenmek zorunda kalacaklar ve çantasında taşıdığı yiyeceklerden istifade ederek kaybettiği gücünü toplamaya çalışacaklardı.

IMG-20190712-WA0046
İnsanlar Tek Sıra Halinde Yürümeye Çalışırken

Ormanın içinde yol aldıkça, birkaç adım sonrasını görmeyi imkansız kılan sis kümesi karşılıyordu bizi. Buna rağmen, şanlı Türk bayrağımızı omuzlarda taşıyarak yürümeye devam ediyorduk. Öyle ki, birçok yabancı “Merhaba TÜRKİYE! , Hoş geldiniz Türkler!” diyerek bizimle selamlaşıyor, el sıkışıyor ve bize sarılıyordu. Tarifi imkansız duygular içindeydik.

“Türklere isyanın anısına Müslümanlardan intikam alma vakti geldi. (Video, 04.02)” diyen zalim Sırp komutan Ratko Mladiç’e adeta cevap niteliğindeydi yürüyüşümüz. Umut gelmişti kanla sulanmış topraklara. Merhamet gelmişti bugün bile naaşı bulunamayan nice Müslüman’ın yakınlarına.

Türkler gelmişti!

Asırlarca bayrağımızın gölgesinde huzur içinde yaşamış insanların gözlerindeki hasret ve sevgi, yüreklerden taşıp gözyaşlarıyla dışarı akıyordu. Buna şahit olmanın verdiği haklı gurur, bize o yolu bitirmek için gerekli gücü de veriyordu. 

IMG-20190712-WA0080 (1)
Çamurlu ve Sisli Alanda Yürümeye Çalışırken

Bazen düşüyorduk. Bazen dibi görünmeyen ağaçların arasından yürürken uçurumdan kayıp düşecek duruma geliyorduk. Üzerimizdeki çamur kurumuyordu ki bastığımız yerden emin olalım. Neredeyse herkesin elinde kalınca sopalar vardı. Ancak bazı noktalarda sopa dahi yeterli olmuyordu, ayakta kalabilmek için.

Bazen karşımıza dimdik yamaçlar çıkıp nefesimizi ve gücümüzü kesiyor, bazen yokuş aşağı kayarak iniyorduk. Bazen de kenarı halatlarla desteklenmiş dik patika yolunu aşmaya çalışıyorduk. Yanlış bir hareket hem kendi canımızı hem de önümüzdeki ve arkamızdaki onlarca kişinin canını tehlikeye atabilirdi. Çünkü bu yolların diğer ucu yoktu, uçurumdu.

Dik Patikalardan Halatlar Vasıtasıyla Geçmeye Çalışırken

Bazen kimse kalmıyordu etrafınızda. İnsanlarla olan mesafeniz öyle açılmış oluyordu ki , ormanın ürkütücü sessizliğinde yalnız kalıyordunuz.

İşte o zaman daha iyi anlıyordunuz, insanın insana muhtaç olduğunu görmek için bir felakete maruz kalmak zorunda olmadığını!

İşte o zaman daha iyi anlıyordunuz, insanların birlikte yaşaması için aynı dili konuşmak, aynı kıyafeti giymek ya da aynı dine inanmak zorunda olmadığını!

İşte o zaman daha iyi anlıyordunuz, insanların birbirine yardım eli uzatmaları için aynı etnik kökene sahip olmak zorunda olmadığını!

IMG-20190712-WA0114
Yolculuğun Zorlaştığı Bölgelerden

Yürüyüşün öyle bir noktasına gelmiştik ki, bu sefer gerçekten uzunca bir süre dinlenmek gerekmişti. Çünkü hem çok dik bir yamaç vardı hem de zemin çok kaygandı. Tırmanmak için ağaçlara tutunmak istiyorduk ama ağaçlarda ıslak ve kaygandı. Ayrıca üşüyorduk. Çünkü hem yağmurdan ıslanmış hem de aşırı derecede neme maruz kalmıştık. Durdukça üşüyor, hareket ettikçe üşüyorduk.

İlerde orta yaşlı bir adam köşeye sere serpe uzanmıştı. Yanına gittiğimizde fenalaştığını ve kısa süreli bir baygınlık geçirdiğini gördük. O an düşündüm. Ya ciddi bir şey olsaydı diye. Araç giremez, helikopter bulamaz. Bulsa bile iniş yapamaz…Öylesine karanlık bir yerdeydik. Gecenin karanlığı değildi bu. Yıllardır bağrında tuttuğu ve henüz naaşı bulunamamış binlerce Boşnaklı Müslümanın yasını tutan ormanın karanlığıydı.

Dinlenme Alanında Mola Verirken

Yolun zorluğu bazen aklımızla da oynuyordu. Biz zor da olsa temizlenmiş patikada, halatla desteklenmiş uçurum kenarlarında, ağaçlara çizilmiş ok işaretlerinin yönlendirmesinde ve belli noktalardaki ilk yardım araçları ile dinlenme istasyonlarının yer aldığı yolda yürüyorduk.

Peki o insanlar, bu yolu nasıl yürümüştü?

Arkalarında kuş avlar gibi avcılığa soyunmuş Sırpların keskin nişancı tüfekleri vardı. Tepelerinden, dağlara tatbikat bahanesiyle önceden çıkartılmış tankların yağmur gibi inen bombaları vardı.

Kucaklarında “Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?” diyen çocukları vardı… Etraflarında ansızın gelen korkunç bir bomba sesiyle birlikte mayınlara basmış yakınlarından geriye kalan son parçaları vardı.

O adım atması bile güç yollarda, sırtlarına sakatlanan büyüklerini almış anneler, babalar, evlatlar vardı…

Silah zoruyla “Gel oğlum, gel kızım. Sırplar bizi öldürmeyecek.” diye ormana doğru bağırtılan anne babalara inanıp inanmamak arasında muallakta kalarak yürümek zorunda olan sabiler vardı. 

Bugün medeni diye özendiğimiz batılıların, savunmasız kadınlara alçakça yaptıkları işkenceleri, zulümleri, tecavüzleri… Kimin akrabası olduğunu bildiğin/ bilmediğin o kadınların ormanı yasa boğan çığlıklarını işitip de yine de hayatta kalmak için yürümek zorunda kalmak nasıl bir his acaba? Düşünebiliyor musunuz?

IMG_20190711_134830_038
Yürüşten Sağ Kurtulan Kadınlar, 1995

Açlıktan, yorgunluktan ve zayıflıktan bitkin düşen yakınlarının ölümünü hemen yanı başında izlemek…Hayatta kalmak uğruna sevdiklerini ormanın vicdanına bırakarak yalnızca ileriye yürümek…

Allah aşkına…Bu insanlar bu yolu nasıl yürüyebildi ? Peki ya ey zalimler! Siz bu yolu hangi medeni değerlerinize binaen yürüttünüz ?

İnsan, akıl sınırları zorlandığında inkar etmeye meyilli olur. Somut şeyler görmek ister. İşte tam böyle bir zamanda karşılaştık soykırımın tereddüde yer bırakmayan gerçekliğiyle. Bu yolu yürüyen ilk kişiler olduğumuzdan, (O yıl açılan zor yol) karşımıza bir anda o yolu yürümek zorunda kalan insanların ayakkabıları, giysileri, konserve kutuları ve eşyaları çıkmıştı. Buyrun:

IMG_9832
Ölümden Kaçan İnsanların Geride Bıraktıkları Eşyaları

Boşnaklı Müslümanlar, dik yamaçlardan kurtulup düzlüğe çıktıklarında durup dinlenmişler, kavurucu sıcaktan ve nemden dolayı giysilerini ve ayakkabılarını çıkarmışlar, sulak yerlerden su içmişler ve can havli yanlarına alabildikleri konservelerdeki yiyecekleri yiyerek yollarına devam etmişlerdi.

Belki bazıları eşyalarını geriden gelenler yollarını kaybetmesinler diyerek kasten bırakmıştır. Belki de peşlerinden gelen Sırpların dikkatlerini dağıtmak için bıraktılar. Kim bilir ?

Gözünüzün önüne bir deri bir kemik kalmış çıplak insanları tahayyül etmekle uğraşmayın, bu fotoğraflar maalesef sahte olmayacak kadar gerçek ve acı…

IMG-20190712-WA0091
me_5
Zulümden Kaçıp Güvenli Bölgeye Sığınan Boşnaklı Müslümanlar,1995

Yolculuğun sonuna doğru…

Aldığımız duyumlar yürüyüşü tamamlamaya son 5 km kaldığı yönündeydi. Saat akşam 7’e geliyordu. Evet tam 12 saat olmuştu yürümeye başlayalı. 24 yıllık zulmün pisliğini temizlemek istercesine aralıksız yağan yağmurdan sonra ikindi güneşinin cılız sıcaklığı, biraz olsun ısınmamızı sağlamıştı. Gülümsedim. Çünkü 5 km, yürünen onlarca kilometreden ve şahit olduğum onca şeyden sonra sinirlerimi bozmuştu.

Bacaklarımızı hissetmiyorduk. Ayaklarımız komple su toplamıştı. Sırtımızdaki çantaların içi neredeyse boş olmasına rağmen bizi sırt üstü yatırabilecek güçte ağırlaşmıştı.

Acıdan adım atamamak…Ama adım atmadan da yolu tamamlayamayacak olmak…

Neredeyse tükenmek üzereydik ki yıllardır İstanbul’dan bu yürüyüşe katılan bir Türk yanımıza geldi. Tebessüm ettiren bir “Nasılsınız ?” sorusundan sonra bize “Dayanın, yürüyüşün sonuna geldiğinizde, iyi ki yürümüşüm diyeceksiniz.” dedi. Biz de daha kararlı bir şekilde yürümeye devam ettik.

Saatler 20.00’ı gösterirken, güneş battıktan hemen sonra varabildik Potaçari köyüne. Önümüzde, toplu mezarlarda naaşı bulunup defnedilmiş binlerce mezar taşı bulunuyordu. Mezarlığın çevresi yüzlerce insanla doluydu. Ne yapıyordu bu insanlar? diye düşündüm. Sonra öğrendim birinden. Dedi ki:

“Onlar, hala kaybettikleri yakınlarını bekliyorlar. Her yıl mezarlık yolunun iki ucuna dizilip, şu yürüyüşçülerin biri de belki benim ailemdendir diyerek umutla bakarlar her bir yorgun yüze. Her yıl aynı umutla katlanarak büyüyen hüzünleri var...”

Duyduklarım ve gördüğüm yaşlı gözlerin mahzun bakışları karşısında nefesim kesilmişti. Artık mezarlığın yanına varmıştık. Sağımda yüzlerce insan, solumda yüzlerce insan… Hepsi ağlayarak bize dua eder gibi bir şeyler söylüyorlardı. Ama perişan ve çamurlu bedenimden ziyade üzerimde ışıldayan ay yıldızdı asıl dikkatlerinde olan şey.

O gözler… İyi ki varsınız diyordu. İyi ki geldiniz diyordu. O minnet duygusuyla bakan gözler, yeryüzündeki tüm kelimeleri silip atmıştı. Ben de o an iyi ki dedim. İyi ki yürümüşüm.

Biraz ileride ağlayan bir kadın gördük ve yanına gittik. “Benim oğlum, senin yaşlarında gitti ve bir daha dönmedi.” dedi ilk günkü acısıyla. Boğazım düğümlendi. Yıkılacak gibi oldum. Titreyen bacaklarımdan sonra doğrusu zor toparladım. Yine de hafifçe tebessümle elini öperek “Ben de senin bir evladınım.” diyebildim ve kendisinden izin alarak bir hatıra fotoğrafı çektirdik.

IMG-20190801-WA0001

Böylece yürüyüş bitmiş ve çadırlarımıza gidip dinlenme fırsatı bulmuştuk. Ertesi gün mezarlığın karşısındaki Akü Fabrikasını gezdik. Doğru ya. Bu insanlar önce buraya hapsedilmiş ve nice eziyetlere tabi tutulmuşlardı. Sevdikleri, Sırpların “güvenli bölgeye götürüyoruz.” yalanıyla otobüse doldurulup götürülüyor ve kendilerinden bir daha haber alınamıyordu. Onlarda çareyi ormana kaçmakta bulmuştu…

resize
WhatsApp Image 2019-10-01 at 21.25.54

Duvarlarda kan izi vardı. O günden bugüne hiçbir şeye dokunulmamıştı. Hayatta kalan insanların ceplerinden çıkan eşyalar tablolarda sergileniyordu. Zalimlerin isimleri ayaklar altında gösteriliyordu. Sırp askerlerin pis emelleri öncesi kadınlara olan bakışlarının fotoğrafları vardı etrafta. 

Sözün Bittiği Yer
WhatsApp Image 2019-10-01 at 21.25.56
İnsanların Esir Tutulduğu Akü Fabrikasının İç Koridoru

TOPLU MEZARLAR

Gezintiyi bitirdikten sonra bu yıl bulunmuş toplu mezarlardan 33 kişiyi defnedip öğle namazına müteakip cenaze namazlarını kıldık. Toplu mezarlar konusu da çok tuhaftır. O bitmek bilmeyen ormanın derinliklerinde bulunmayı bekleyen naaşlar, mavi kelebekler sayesinde bulunuyor biliyor musunuz? Çünkü mavi kelebekler toplu mezarlar üzerinde yetişmiş bitkilerden beslendiklerinden mavi kelebeklerin bulunduğu yerler kazılıyor ve bu sayede naaşlar bulunabiliyor.

IMG_20190711_134755_881
33 Naaşın Cenaze Namazı,2019

Kemikler, kimlik incelemesi yapıldıktan sonra bir sonraki yıla defnediliyor. Günümüzde hala bulunamamış binlerce Müslüman var…Bu durum kayıp aile yakınlarının her yıl umutla bekleyişini daha da sarsıcı hale getiriyor.

Çünkü, bir kaybın arkasından ağlamak, bir mezarın başında ağlamaktan çok daha acı ve zor.

IMG-20190712-WA0132
Naaşlar defnedilirken, 2019

İşte böyle… Şu birkaç günde o kadar çok şey görmüştüm ki bunları ölümsüzleştirmek her şeyden önce vicdan ve vebal meselesidir diye düşündüm. Üstelik Küçük Prens kitabında “Ölene kadar sorumlusun gönül bağı kurduğun her şeyden.” diye bir cümle var ya, işte ben de ölene kadar gördüklerimi yazmaya, anlatmaya ve duyurmaya devam edeceğim.

DUA:

Allah bizi, bir daha böyle bir utanç tablosuyla karşı karşıya getirmesin. Kayıplar tez zamanda bulunsun ki acılar bir nebze olsun hafiflesin. Öldürülen tüm masumların mekanları cennet olsun. Kayıp yakınlarına sabırlar ve rahmet ihsan olsun. Acılarını dindirsin Rabbim. Farklılığımız, bizi bütünleştiren birer zenginlik vesilesi olarak gönüllerimizi süslesin. Zalimler, ıslahı mümkünse ıslah, değilse büsbütün kahr-u perişan olsun. Mazlumların, yetim ve öksüzlerin yüzünü güldüren bir dünya olsun. Onları güldüren ve umut veren iyi insanlar çoğalsın. Mazlumların en büyük destekçisi olan devletimiz tüm kurum ve kuruluşlarıyla birlikte var olsun, bir ve beraber olsun. Halis niyetli insanlar, kurum ve kuruluşlar çoğalsın. Sonsuz hayata hazırlanma yeri olan fani dünyamızda huzur, sağlık ve barış hakim olsun inşAllah. Amin.

Bu tecrübeyi edinmemde bana katkısı olan başta Türk Kızılay ve Genç Kızılay yönetim kurulu ekibine ve proje çalışanlarına (2019), Marş Mira programının düzenlenmesinde görev alan tüm personele; bu yürüyüşe Türkiye’nin dört bir yanından katılan ve hepsi de birbirinden iyi ve başarılı bir ekip başkanı olan yol arkadaşlarıma (2019) ve elbette hayırlı işler için gece gündüz demeden çalışmış, fedakar, disiplinli ve azimli Genç Kızılay ERÜ ekiplerime (1. ve 2.dönem, 2019) teşekkürü bir borç bilirim.

Saygı…Sevgi…Sadakatle…

-Ahmetcan DEVECİ

01.10.2019/ 22.13

Güncelleme: 13.10.2021/ 20.17

1 Comments

Yorum bırakın